29.06.2016

haftanın yazısı

Edirne İl Müftülüğünden;

 

Ezanı özleyen Semtler

     Şehirlerin ruhu olduğu ve bu ruhun yaşatılması gerektiğini ifade eden birçok edebi yazılar ve şiirler okuduk. Zamanla bu ruh, modernleşen bir yaşam tarzı ve anlayışıyla yok olmaya, sararıp solmaya başladı. Yeni yerleşim yerlerinde, semtlerde mahallenin her bir ferdi tarafından bu ruhun eksikliği hissedilmeye başlandın. Bu yazımızda gelin bu ruhu arayalım. Eminim ki tadı damağımızda kalan bu duyguyu sizlerde hissedeceksiniz.

     Mahallenin bakkal amcası vardı, dosttu, veresiye defteriyle soluk verirdi darda kalıp nakiti bitenlere. Şeker uzatırdı alış verişe gelen çocuklara. Mahallenin bekçisi vardı her kese güven veren. Dostluklar ve komşuluklar samimi idi. Komşuda pişen yemekten diğer komşuya da bir tabak giderdi. Hak, hukuk gözetilirdi. Hastalar ziyaret edilir, mahallede cenaze varsa acılar hep birlikte paylaşılırdı. Her kes bilirdi ki acı ve sıkıntılar paylaştıkça azalırdı. Mahallenin camisinde toplu teravihler kılınırdı, hep birlikte salavatlar okunurdu. Camiler mahallenin, hayatın  merkezinde idi. İftar sofralarından huzur yayılırdı mahallenin her bir sokağına. İhtiyaç sahibi aileler gözetilirdi. fitre ve zekatlarla. Sevindirilirdi yetim ve öksüzler. Ramazan ayı kandillerle süslenirdi evler, camiler. O ruh ne kadar canlı, ne güzel coşkular yayardı. Mahallenin gençleri edeple, korumaya çalışırlardı mahallenin izzetini, örnek olurlardı yaşça küçük kardeşlerine.

   Sonra modern şehircilik geldi. Hayat standardı yükseldi. Sitelerde, yüksek yüksek binalar yanı başımızda bitti.. Binalar yükseldikçe algılar, anlayışlar, yaşamlar değişti. Bir blokta elli daire ve bu daireler birbirinden habersiz, merdiven veya asansörde karşılaşıldığında selam alıp vermeyen, birbirine sırt dönen bireylerle dolu. Camiler cemaatsiz kaldı, ezanlar namazsız. Ramazan ayında oruç tutmanın coşkusunu unutmaya başladı yeni nesiller. Bakkallar dayanamadı AVM’lerin baskısına. Özellikle ezanların sesleri kısıldı bu muhitlerde. Bazen camiler inşa edilmedi mahallenin kalbine. Dilerseniz Yahya  Kemal’e kulak verelim;

“ Dört sene evvel Büyükada'da oturuyordum, bayramda bayram namazına gitmeye niyetlendim, fakat frenk hayatının gecesinde sa­bah namazına kalkılır mı? Sabah erken uyanamamak korkusu ile o gece hiç uyumadım. Vakit gelince abdest aldım. Büyükada'nın ma­halle içindeki sâkin yollarından kendi başıma camiye doğru gittim. Vâiz kürsüde vaaz ediyordu. Ben kapıdan girince bütün cemâatin gözleri bana çevrildi. Beni daha doğrusu bizim nesilden benim gi­bi birini, camide gördüklerine şaşıyorlardı. Orada o saatte toplanan ümmet-i Muhammed, içine bir yabancının geldiğini zannediyordu. Ben içim hüzünle dolu yavaş yavaş gittim. Vaazı diz çöküp dinleyen iki hamalın arasına oturdum. Kardeşlerim Müslümanlar bütün ce­maatin arasında yalnız benim vücudumu hissediyorlardı. Ben de onların bu nazarlarını hissediyordum. Vaazdan sonra namazda ve hutbede onların içine karışıp Muhammed sesi kulağıma geldiği za­man gözlerim yaşla doldu. Onlarla kendimi yek-dil, yek-vücûd olarak gördüm. O sabah, o Müslümanlığa az âşinâ Büyükada'nın o küçücük camii içinde, şafakta aynı milletin ruhlu bir cemaati idik. Namazdan çıkarken, kapıda âyândan Reşid Akif Paşa durdu. Bay­ramlaşmayı unutarak elimi tuttu: "Bu bayram namazında iki defa mesudum, hamdolsun sizlerden birini kendi başına camiye gelmiş gördüm! Berhûdâr ol oğlum, gözlerimi kapamadan evvel bunu görmek beni müteselli etti!" dedi.

Hem geldiğimi hem de bayramımı tebrik etti. Yanındaki eski adamlar da onun gibi tebrik ettiler. Bu basit hadiseden pek samimi

olarak mahzuzdular. O sabah gönlüm her zamandan fazla açıktı.

Biz ki minareler ve ağaçlar arasında ezan seslerini işiterek büyü­dük. O mübarek muhitten çok sonra ayrıldık, biz böyle bir sabah namazında anne millete tekrar dönebiliriz. Fakat minaresiz ve ezansız semtlerde doğan, frenk terbiyesiyle yetişen Türk çocukları dönecekleri yeri hatırlayamayacaklar!”

Ve Yahya Kemal’den bir Şiir

İftardan önce gittim Atik-Valde semtine,

Kaç def'a geçtiğim bu sokaklar, bugün yine, Sessizdiler.

Fakat Ramazan mâneviyyeti Bir tatlı intizâra çevirmiş sükûneti;

Semtin oruçlu halkı, süzülmüş benizliler,

Sessizce çarşıdan dönüyorlar birer birer;

Bakkalda bekleşen fikarâ kızcağızları

Az çok yakında sezdiriyor top ve iftarı.

Meydanda kimse kalmadı artık bütün bütün;

Bir top gürültüsüyle bu sâhilde-bitti gün.

Top gürleyip oruç bozulan lâhzadan beri,

Bir nurlu neş'e kapladı kerpiçten evleri.

Yârab nasıl ferahlı bu âlem, nasıl temiz!

Tenhâ sokakta kaldım oruçsuz ve neş'esiz.

Yurdun bu iftarından uzak kalmanın gamı

Hadsiz yaşattı ruhuma bir gurbet akşamı.

Bir tek düşünce oldu teselli bu derdime;

Az çok ferahladım ve dedim kendi kendime;

"Onlardan ayrılış bana her an üzüntüdür;

Mâdem ki böyle duygularım kaldı, çok şükür!

 

 Selim AL ( vaiz )